Takvimler, 20 Mart 1996’yı gösteriyordu. Futbol meraklıları o yaz İngiltere’nin başkenti Londra’da yapılacak olan Dünya Kupası için nefeslerini tutmuş bekliyordu. Ve bu bekleyiş esnasında kimsenin aklına gelmeyecek bir şey oldu: Kupa çalındı! Hem de filmlerde bile göremeyeceğiniz kadar gizemli bir soygunla…
Modern futbolun beşiği sayılan İngiltere, o güne kadar Dünya Kupası’nı müzesine götürmeyi başaramamıştı. 54 milyon insan tek yürek olmuş, iç saha avantajını elinde tutan takımın bu şanssızlığını kırması için dua ediyordu.
Sözün kısası, turnuvanın açılış maçına dört ay vardı ve bütün ülke Dünya Kupası’ndan bahsediyordu.
O günlerde Londra’nın kalbindeki etkinlik alanlarından biri olan Central Hall Westminster’da bir pul sergisi açıldı. Kamuoyundaki heyecanı fırsat bilen organizatörler, Dünya Kupası’nı Central Hall’a getirtip serginin bir parçası olarak ziyarete sunmaya karar verdi.
Dünya Kupası organizasyonunu başlatan kişi olan FIFA Başkanı Jules Rimet’nin adını taşıyan kupa göz alıcıydı. Asıl adı “Zafer” olan ve 1929 yılında heykeltıraş Abel Lafleur tarafından tasarlanan kupa, altın kaplamalı gümüşten yapılmış ve lapis lazuli taşlarla bezenmişti. Ayakta duran kadın figürü, Antik Yunan’da zafer tanrıçası olan Nike’yi yansıtıyordu.
“Soccernomics”in yazarlarından futbol uzmanı Simon Kuper’ın deyişiyle kupa, “hem bir sanat eseri hem de çok büyük tarihi önemi olan bir nesne” idi.
Jules Rimet, Dünya Kupası’nın başladığı 1930’dan 1970’e kadar kullanıldı. 1974’ten günümüze ise hepimizin bildiği kupa kullanılıyor. 20 milyon dolar değer biçilen Dünya Kupası, bilinen en pahalı spor ödüllerinden biri. Şu anki kupa 18 ayar altından, tabanı ise malakitten yapılma. 36,8 santimetre boyundaki kupanın ağırlığı 6,1 kilogram. İtalya’da Stabilimento Artistico Bertoni şirketi tarafından tasarlanıp üretilen kupada iki insan figürü gezegenimizi taşırken sembolize ediliyor.
KUPA KAŞLA GÖZ ARASINDA ÇALINDI
Kupa sergi ziyaretçilerini büyülemeye hazırlanırken bir anda ortadan kayboldu. Serginin açılışına sadece bir gün vardı. Central Hall’un güvenlik görevlileri kupanın başına ne gelmiş olabileceğine dair tahminde bile bulunamıyordu. Bir görevli basına yaptığı açıklamada, “Hiçbir güvenlik zafiyetimiz yoktu, kupa çalındı” diyordu.
Tahmin edilebileceği üzere, haber hızla yayıldı ve İngiltere uluslararası kamuoyunun alay konusu oldu. O güne kadar Dünya Kupası’nı iki kez kazanmış olan Brezilya’nın futbol federasyonundan bir yetkili, Brezilyalı çetelerin futbola taptığını belirterek olayı, “Brezilya’da asla yaşanmayacak bir kutsal hırsızlığı” diye nitelendirmişti.
Scotland Yard, soygunla ilgili olarak en iyi dedektiflerini görevlendirdi. Stratejileri kupayı geri almak üzerineydi. Kurum yetkililerinden birinin yaptığı açıklamada, “Eh, umut ediyoruz. Ya geri getirilecek ya da biz nerede olduğunu bulacağız” deniyordu.
Doğrusunu söylemek gerekirse, polislerin elinde çok fazla ipucu yoktu. Tek bilinen, kupanın yokluğu fark edilmeden birkaç dakika önce “şüpheli görünen bir adamın” binadan çıktığına dair görgü tanığı ifadeleriydi. Adam “30’larının başlarında, orta boylu, ince dudaklı, yağlı siyah saçları olan ve muhtemelen yüzünde bir yara izi bulunan” biri olarak tanımlanıyordu.
Joe Mears
FEDERASYON BAŞKANINDAN FİDYE İSTEDİLER
Tarihçi Martin Atherton’ın aktardığına göre, 21 Mart günü İngiltere’nin futbol federasyonu olan Football Association’ın (FA) başkanı Joe Mears’ın kapısına bir paket bırakıldı. Paketin içinde kupanın en tepesindeki çıkarılabilir parça ile bir fidye notu bulunuyordu.
Notu gönderen kişi, kendini “Jackson” diye tanıtıyor 15 bin sterlin istiyordu. Jackson, Mears’a “Polisi bu işe karıştırırsan ya da gazetecilere konuşursan kupayı eritirim” diye sağlam bir tehdit savurmayı da ihmal etmiyordu.
Mears, Jackson’ı arayıp değiş tokuşu planladı. Ancak aynı zamanda Scotland Yard’a da haber verdi. Polis bir valizi sahte sterlinlerle doldurup Mears’a eşlik etmesi için sivil giyimli dedektifler görevlendirdi.
Ancak son dakikada Mears bir anjin krizi geçirdiği için yataktan çıkamadı. Jackson’a buluşma yerine kendisinin yerine asistanı McPhee’nin geleceğini bilirdi. Jackson da bu teklifi kabul etti. Ama bilmediği bir şey vardı: McPhee aslında bir polisti.
KOVALAMACANIN SONUNDA “JACKSON” YAKALANDI
Jackson değiş tokuş için planlanan noktaya tek başına gitti. Ancak olay yerinde görülen adama hiç benzemiyordu. McPhee valizi açıp gerçek gibi görünen paraları Jackson’a gösterdi.
Ne var ki Jackson kupayı yanında getirmemişti. McPhee’ye, “Bana güvenmek zorundasın. Birlikte 10 dakika uzaktaki bir yere gideceğiz ve ben kupayı oradan alacağım” dedi.
McPhee’nin otomobiliyle yola çıktılar. Direksiyonda polis oturuyordu. Yolun bir noktasında Jackson dikiz aynasından baktığında kendilerini takip eden tuhaf görünüşlü eski bir kamyonet olduğunu gördü.
Peşlerindekilerin polis olduğundan şüphelenen Jackson kendini otomobilden dışarı attı. Heyecanlı bir kovalamacanın ardından McPhee, Jackson’ı yakaladı ve gözaltına aldı.
Jackson’ın gerçek adı Edward Betchley’di. Sabıka kaydında küçük hırsızlıklar bulunan Betchley masum olduğunu söylüyordu. “Kupayı ben çalmadım” diyor, Pole (“Polonyalı”) isimli birinin kendisinden aracı olmasını istediğini ve karşılığında 500 sterlin teklif ettiğini söylüyordu.
Scotland Yard çaresizdi. Kupanın asla bulunamayacağından endişe eden FA ise gizli gizli bir kopyasını yaptırmıştı.
“TURŞU” FUTBOL DÜNYASININ KAHRAMANI OLDU
27 Mart günü David Corbett isimli bir adam, Pickles (“turşu”) isimli köpeğini Londra’nın güneyinde yürüyüşe çıkarmıştı.
Pickles ağaçlık alanda oyun oynarken Corbett, bir yerde bir paket olduğunu fark etti. Eğilip baktığında gözlerine inanamadı; yerde gazeteye sarılı halde Dünya Kupası yatıyordu.
Corbett hemen polise haber verdi. Kupayı teslim alan FA yetkilileri, heykelciği kilit altında saklama sözü verirken Pickles da uluslararası bir üne kavuştu.
İngiltere, bu berbat başlangıcın ardından hızla toparlandı ve turnuvada şampiyonluğa ulaştı. (Kupa tarihinde bugüne kadarki tek İngiltere şampiyonluğuydu bu.) Final maçının ardından Kraliçe Elizbeth, kupayı İngiltere Milli Takımı’nın kaptanı Bobby Moore’a uzattı.
51 YIL SONRA GELEN İPUCU
Asıl ilginç olan hırsızlığı gerçekleştiren kişinin her şeye rağmen bulunamamış olmasıydı. “Kupayı kim çaldı?” sorusunun cevabı uzun yıllar verilemedi. Ta ki tanınmış bir gazeteciye dikkat çekici bir ipucu ulaşana kadar.
İngiltere’nin tabloid gazetelerinden Mirror’ın suç editörü Tom Pettifor’du bu gazeteci. Pettifor, “2017 yılında bir gün, kaynaklarımdan biri bana Dünya Kupası’nı kimin çaldığını bildiğini söyledi” dedi.
Kaynağın verdiği iki önemli ipucu vardı. Birincisi suçlunun adı “Sidney Kew”du, ikincisi de Güney Londra’nın “Walworth Yolu bölgesi”nde yaşıyordu. Pettifor bu bölgenin o yıllarda tam bir suç batağı olduğunu biliyordu.
Pettifor, Kew’u bulmak için işe koyuldu. 1966 yılına ait polis dosyalarını inceleyip, Betchley’nin gözaltına alındığı yerin Walworth bölgesine çok yakın olduğunu fark edince kaynağının verdiği ipuçlarının kendisini bir yere ulaştırabileceğini düşündü.
Pettifor, araştırmasının ayrıntılarını “Stealing Victory” (Zaferi Çalmak) isimlı podcast’te ve geçtiğiimz günlerde Channel 4 kanalında yayına giren “1966: Who Stole the World Cup?” (1966: Dünya Kupası’nı Kim Çaldı?) isimli belgeselde anlattı.
MEĞER AİLESİ HER ŞEYİ BİLİYORMUŞ
Nihayetinde Pettifor, Sidney Kew diye bahsedilen kişinin Sidney Cugullere olduğunu keşfetti. Öğrendiğine göre, Cugullere, Londra’da büyümüş ve çocukluğunda epey zorluklar çekmişti. Sonraki yıllarda çeşitli soygunlara karışmış ve yetişkinlik hayatının önemli bir kısmını hapiste geçirmişti. Üstelik Cugullere’in tipi, görgü tanıklarının Central Hall’dan çıkarken gördüklerini söyledikleri kişinin eşkaline de uyuyordu.
Bu noktada Pettifor, Cugullere’in yeğeni Gary’e ulaştı ve iki şey öğrendi. Birincisi Gary, amcasının Dünya Kupası’nı çaldığını doğruladı. İkincisi de Cugullere’in birkaç yıl önce hayatını kaybettiğini söyledi. O kadar ki cenazesinde çelenkler Dünya Kupası’na benzeyecek şekilde tasarlanmıştı. Bir başka deyişle bütün dünya “Kupayı kim çaldı?” diye merak içindeyken Cugullere’in ailesi ve dostları her şeyden haberdardı.
KUPAYI ÇALDI AMA MÜŞTERİ BULAMADI
Pettifor ilginç bir gerçeği daha keşfetti. Cugullere’in Central Hall’a giderken asıl amacı kupayı çalmak değildi. Sergilenecek olan pulları görmek ve bir hırsızlık planı yapmak için yola çıkmıştı aslında. Pettifor, “60’lı yıllarda pul hırsızlıkları çok büyük olaydı” diye konuştu.
Sergi o gün kapalıydı ama Cugullere içeri girmenin bir yolunu bulmuştu. Kupayı “tek başına” gördüğünde, pul yerine heykelciği çalmanın daha kolay olacağını fark etmişti. Kupayı koruması gereken güvenlik görevlileri bir kenarda oturmuş çay içiyordu. Cugullere kupayı alıp ceketinin altına sakladı ve dışarı çıktı.
Ancak asıl zorluk o noktada başlıyordu. Pettifor bu durumu şöyle açıkladı: “Hırsızlar normalde satacak birini bulmadan hiçbir şeyi çalmadıklarını söylerler.” Ama Cugullere heykele bir alıcı bulamamıştı. FA’e şantaj yapma girişimi de felaketle sonuçlanmıştı. Arkadaşı Betchley, yakalanmış ve hakkında hırsızlık ve para sızdırma suçlamalarıyla iddianame oluşturulmuştu. Pettifor, o zamanlar bu suçların ömür boyu hapisle cezalandırılacak kadar ağır kabul edildiğini söyledi.
Ancak Betchley sadece iki yıl hapis yattı ve bu durum Cugullere’in polisle bir anlaşma yapmış olabileceği iddialarına neden oldu. Her ne yaşandıysa, birkaç gün sonra Pickles, kupayı parkta buldu.
KUPA 1983’TE BİR KEZ DAHA ÇALINDI
Ne var ki hikâye burada bitmedi. Kupa, 1983 yılında bir kez daha çalındı. Bu kez olay yeri Brezilya’ydı. Görünen o ki Brezilyalı hırsızlar bile kupanın ışıltısına dayanamamıştı.
“Seleçao”, 1970 yılında Dünya Kupası’nı üçüncü kez kazanınca, ülkeye Futbol Konfederasyonu’nun müzesinde saklanmak üzere kalıcı bir heykelcik hediye edilmişti. Hırsızların çaldığı da bu kupaydı.
Portekizce “seçilmişler” anlamına gelen “seleçao” Brezilya Milli Takımı’nı ifade etmek için kullanılıyor. Brezilya bugüne kadar katıldığı 20 Dünya Kupası’nda 5 kez (2002, 1994, 1970, 1962, 1958) şampiyonluğa ulaşarak oldukça büyük bir başarıya imza attı.
Soygunun ardından Brezilya polisi hırsızların kupayı eritip külçelere çevirdiği sonucuna vardı. Ancak zamanında Financial Times gazetesi adına olayı takip etmiş olan Kuper, altın kaplama bir kupayı eritmenin pek de anlamlı olmayacağını vurgulayarak, “Kupanın değeri metalinden değil öneminden geliyor” dedi.
Çalınan kupanın 1980’li yıllarda bir “dolandırıcı koleksiyoncuya” satıldığını düşündüğünü de belirten Kuper, “Bence Jules Rimet’nin birilerinin dolabında olması çok mümkün. O kişi kupayı yasa dışı yollardan elde ettiği için bu gerçeği açıklamıyor” diye konuştu.
Bu yıl Katar’ın ev sahipliğinde düzenlenen Dünya Kupası’nın geçtiğimiz hafta sonu başlaması ve İngiltere’nin 56 yıl sonra yeniden şampiyonluğun favorilerinden biri olarak görülmesi, ülke basınında 1966’nın hatıralarının yeniden gündeme taşınmasına neden oldu. Geçtiğimiz günlerde The Sun gazetesinde yayımlanan bir haberde de Dünya Kupası hırsızlığının arka planına odaklanılıyordu. Gazeteye göre, soygunun bir numaralı şüphelileri Hatton Garden soygununda da payı olan pırlanta satıcısı Gerald Sattin ve Bernard “The Pole” Makowski’ydi. Dahası şu an ölmüş olan Sattin ve Makowski, dönemin İngiltere Başbakanı Harold Wilson’ın müdahalesi sonucu yargılanmaktan kurtulmuştu. Tarihi belgelere göre, Sattin de Makowski de Betchley’yi kirli işlerinden tanıyordu. Yine aynı belgelere göre, bir görgü tanığı o sırada 34 yaşında olan Sattin’i Central Hall’daki bir sergiyi gezerken görmüştü. Haberde dikkat çekilen bir diğer detay da Pickles kupayı bulmadan birkaç gün önce Başbakanlık yetkililerinin kupanın iadesi için bir anlaşma yapmış olmasıydı. Bu sayede Betchley sadece 2 yılla kurtuldu, Sattin ve Makowski gözaltına bile alınmadı. The Sun, Başbakan’ın özel kalemi Michael Halls’un, baş savcılıkla temas kurup kupanın iadesi için girişimlerde bulunduğunu yazdı. Zira genel seçimler yaklaşıyordu ve Wilson kupayı bulmanın tekrar seçilme yolunda önemli bir adım olabileceğini düşünüyordu.
The Washington Post’un “When the World Cup trophy was stolen — and found by a dog named Pickles” ve The Sun’ın “Underworld crooks who stole the 1966 World Cup finally unmasked – but did Britain’s most powerful men let them off?” başlıklı haberlerinden derlenmiştir.